30 Mayıs 2012 Çarşamba

"Numb"


Kulağımdaki şarkı.
Medya.
Duygu, profesyonellik. 
Tüm kavramlar iç içe. Birbirine karışmış.

"Comfortably numb" olabilmeyi istemez mi insan? İster.


Bum.
Radyo programım da olmayacak zaten, her şey değişiyor. Uf.
Siyahi insanlara "zenci" denmesi ne kadar doğal bir kavram ülkemizde. Aslında "negro" nun tam karşılığı. 
Ne güzel hafiflemiştim, ağırlaştım yine.
Stockholm Sendromunda olabilir miyim?
Belki.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Uçurtma


Kuzenlerimle buluşmuşuz Foça semalarında, ellerimizde dev uçurtmalar...
Uçurtmaların kuyruğu uzun, bendeki rengarenk. Funda’nınki yeşil, Nihan sarı. Funda sol taraftaki tarlaya doğru koşturuyor. Nihan sağda oturuyor, ayakkabılarını çıkarmış ot, çimen takılıyor.

Bense yokuş başındayım, aslında müthiş huzurlu bir ortam; ama yine de gözlemliyorum yanlış bir durum olmasın diye. Ben de yokuş aşağı koşmaya başlıyorum (Son dönemlerdeki rüyalarımda tırmanıştan inişe geçme durumunu hangi psikolojiyle açıklayabilirim bilmem. Ama şöyle yorumluyorum, tırmanmaktan sıkıldım.) Ben koştukça kuyruğu renkli uçurtmam havalanıyor. Hiç elektrik teli yok etrafta, hiç bir engel yok. Araba yok. Hayatımda yeri çok büyük olan canım kuzenlerim var. Gözün görmediği yerlere kadar yeşillik var, temiz hava var. 
Birden Funda’nın uçurtması alçalıyor. Abi’m beliriyor, hızlanmalısın diye fındıkla birlikte koşuyor. Öyledir zaten abim, her zaman orda olmasının güvencesi hayatta hiç yalnız kalmam ben be hissini yaratmaz mı? Yaratır.

Onlara uzağım, yokuş aşağısına iniyorum. Nian her zamanki yay burcu sakinliğiyle süzülen uçurtmasını izlerken; bir onlara bakıyorum, bir yandan da heyecanlı koçluğumla hızlı adımlarla yürüyorum.
Çok uzak kalıyorlar, sırtımı çeviriyorum onlara.

Karşımda iki tank beliriyor.
Tankları hatun kişileştirmesiyle anlatacak olursam; normalde tek renk giyinen, kontrolcü, dikkatli ve takıntılı saçlarını topuz yapmış dişi olması gerekirken tankın, benim rüyamdaki trendy, rahat, saçları dağılmış, morlu turunculu giyinmiş ama dikkatli dişi.
 Diyorum ki önemli biri geliyor, bunlar da koruma. Arkasında bir araba (şu noktada arabalardan anlamayı isterdim) jip gibi, yüksek yani =) Direksiyonda bir hatun, arka tarafta ise iki tane R&B ci kılıklı adam. Bana el sallıyorlar. Atmosferimizin huzuru bozuluyor. Ama çok gelip geçiciler aslında, yani yoldan geçiyorlar sadece.

Yine de sevdiklerimi uyarma ihtiyacı içine giriyorum. Sesleniyorum, sesim duyulmuyor tankların sesinden.
Arkamı döndüğümde kimse yok.
Hafif hüzünlü bir huzur var içimde (her gidenin arkasından hüzün duymaz mı insan? Duyar.)

O Foça semaları, Olimpos semalarına dönüşüyor. Elimdeki uçurtma ise bir pakete. Ve bu paketin yerine ulaşması gerekiyor. Bungalov dolu etraf, hher kapıya vuruyorum (Bir yandan da annemle babamın neden Olimpos’u tercih etmiş olabileceklerini düşünüyorum) sonunda buluyorum onları. –Buna bayılıyorum, o an ben mi düşünüyorum; annemle babama bir paket ulaştırma gerekliliğim içimi cayır cayır yakıyor. Ama neden? –

Babama uzatıyorum paketi, sanki yıllardır görmemişim gibi sarılıyoruz...