15 Kasım 2016 Salı

Sağlıklı günler dilerim.

Yataktan çıkamayacak bitkinliğe geldiğim nadir zamanlarda kendimi çok bilge hissediyorum. Şöyle ki, sanki geçtiğimiz ay delice kafama takıp üzüldüğüm olayın üstünden aylar geçmiş de üstü ve dev olgunlaşmışım gibi. Oysa ki, daha taze neden, nedeeeeen diye mızmızlanıyordum.
Șu an kapım çalınsa da biri akıl danışmak istese bir budist sakinliği, dinginliği ve olgunluğuyla akıl verebilirim. Saatlerce konuşabilirim, akışa bırakmak, kendine odaklanmak ve mutluluğu Cumartesi günü aldığım (mükemmel ötesi - oy ve ötesi gibi) şalda aramamak adına.
İnsankızı ve insanoğlu garip varlıklar. Sağlığım tam takım elimde değilse, ondan başkası yalan. Peki buna neden capcanlı, enerjik ve yanaklarım elma elmayken odaklanamıyorum?
Çok mu beklenti içindeyim?
İçhuzurum ve sağlığım bana yetmez mi?
İçhuzur dediğimiz de akıl sağlığı değil mi aslında?
Hayatta en çok sevdiklerimden, anneannem laflarımla devam etmem gerekirse; her şeyin başı sağlık.
Şimdi herkes birer portakal yesin, ballı bir kış çayı içsin, kendine sarılsın ve sağlığı için şükretsin.

9 Ekim 2016 Pazar

Tahammül Sınırı

Otuz bir, kendi küçük dünyam için zor bir yaştı.
Yaş olmaya da devam ediyor. Ağaç yaşken eğilir.
Bugüne kadar "Sevgiyle yapılan hiç bir şeyden zarar gelmez" deyişine inanmışken; başlarım sevgisine de, iyi niyetine de demek istedim bir çok zaman bu yıl.
İnsanlara duyduğum sevgi ve güven, derin sarsıntılara uğradı.
"Neden derin güven duyuyorsun ki, az şüphe ile yaklaşsana sen de!" derler adama ve kadına. Desinler, haklıdırlar. Haklılardır. Haklı da olacaklar.

Huyum kurusun demekle yetinmek istemeyip, tahammülümün azaldığını hissetmek  bir yandan bakış açım ile çelişirken, bir yandan da muzip bir mutlulukla dolduruyor içimi. Mutluluğun muzibi mi olur? Olur.
Herkes kendi içinde yaşadığı kavgayı yansıtıyorsa, saçma sapan çelişkilerle dolu bir kavga da benim içimde bir zamandır. Sevgi ver, sevgi al.
Vermeyiniz.
Gereksiz yere sevgi vermeyiniz.
Az da değil, çok gözlemleyiniz.
O güzel kalbinize, o tatlı emeklerinize yazık.
Yazık.

Bir gün koca bir kürek almış, sıra sıra hadsiz ağızlara vurmaya çalışırken görürseniz; hoş görünüz.
Tahammülüm azaldı.

Şarkı sözü gibi oldu.
Şarkı özü.

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Yazlık Bölge Benzin Istasyonu Tuvaleti

Yazlık bölgelerdeki market dışında konumlanmış benzin istasyonları tuvaletleri hem yaz kokar, hem de hüzün.
İhmal edilmiştir bir kere.
Yeterince sevgi, ilgi görmemiş; hırçındır.
Neresinden tutabilirim diye bakar insan uzun uzun.
Tuvalet kağıdı kalmamış rulo karton bir yandan, kapağı kırılmış içi boş sabunluk diğer yandan insanın gözünün içine dik dik bakar. Arka planda çalan müzik doyumsuzdur, cırcır böcekleri.
Beyaz, güneşten gözünü yakan fayanslarda yazın sıcağı; tavan köşelerinde örümcek ağları.
Duvarda asla hangi tür olduğunu çözemeyeceğin bir böcek.
Yakarcalar duvara yapışık, sivrisinekler ise havada.
Yine de yazdır; rahatlama alanıdır o bir yandan terk edilmiş, bir yandan çok ziyaretçisi olan tuvalet. Seni tatile bağlama aracıdır.
Amaç değildir. Araç oluşuyla da etkisiz eleman özelliğinden uzaktır.
Önünde Caddebostan Burger King'deki kadar sıra göremezsin hiçbir zaman.
Sakindir.

Huzur ile dolar için onu ilk gördüğün anda; sana yola devam edebilme özgürlüğü vereceği için.
Bir yandan da tam olarak tanımlayamadığın bir hoşnutsuzluk.

Sonra onu terk etmeden; musluğa dokunmak ile dokunmamak arasındaki ince çizgi düşer aklına.
"Hangi seçenek seni temiz kılar"ın müthiş ikilemi.
Bazen tercih yapmak istemez insan.
Başkası gelse de bir karar alıverse ister. Kararsız, bakakalır aynadaki yansımasına.

O zaman, zaman.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Aspirin

Bu dünyada az yağlı beyaz peynirden aspirin tadı alan tek kişi ben olamam.
Mutlaka bir ruh eşim olduğuna inanıyorum. Kabullenemem aynı tadı alan kimse olmayışını, isyan ederim.

Artık zikretmekten kaçınmaya başladığım yıldır; rejimdir, yediklerine dikkat etmektir gibi dertlerim olmamışken birden "Akşam hafif yemeliyim" düşüncesinin tüm ruhumu sarması bugün bünyemi bir miktar sarstı. Tabağımda avokado, beyaz peynir, wasa(Canım İsveç'imin kuru ekmeği), zeytinyağı, ceviz, kuru kayısı ve yoğurt ile oturdum kaldım. Duvarlara baktım uzunca süre.
-Duvarlara bakmak keyifli bence, çatlakları, izleri hikayeleştirmek. Duvara yaşanmışlık eklemek. Duvarın sağına artı, soluna eksileri eklemek ve yine bildiğini okumak. Mesela banyo duvarımda çok acıklı bir hikaye vardı baktıkça hislendiğim, dayanamayıp önüne dolap çektim-
Duvardan çıkaracak hikaye kalmayınca yemeğime döndüm. Wasa ne yavan.
Peynir desen ağrı kesici.

Böyle oluyormuş demek ki rejimcilik.

Hafif yemekten sonra gaza geldim, yürümeye başladım. Bünyem 5 km yürümeye oldukça alışık, gaza geldim ya üstüne devam ediyorum.

Yürürken gömlekli ve şortlular gördüm, ne güzel mevsim yaz dedim.
Erkeklere şort - gömlek çok yakışıyor. Tüm erkekler giysin, giymeyenler uyarılsın. (Kısa kollu gömlek üretilmesin, uzun kollu gömleğin de kolları sıvansın, katlansın falan lütfen. Teşekkürler.)
Tabi güzel tarzlar yanımdan geçerken kafamın tepesinde bir topuz, kan-ter ve kırmızıya dönmüş bir suratla daha hızlı adım atma çabasında, adımlarıma odaklanıyorum.

Mangal yapanlar var Rumelihisarı'na doğru, orada bir cızbız et kokusu siniyor üzerinize.
Sonra denize tutturulmuş balonlar, koyun-kasap-et-can, atış yapma çabasında elleri tüfekli insanlar. Onları bir sarsıp "Yürüyün amca, daha güzel stres atılıyor" demek istiyorum. Susuyorum.
Çekirdek çıtlayan teyzeler de ayrı stres atıyor.
Tüm kaldırımı masaları ile kaplamış waffle'cılar, kokusuna mı yanayım yürüme alanı bırakmamalarına mı?
İnsanın üstüne üstüne gelen bisikletliler. Ne yapsın onlar da, bisiklet yolu mu var sürecekleri?

Tüm piyasa, eğlence, stres atmaya rağmen; bir dolu insan da spor derdinde.
Engelli yürüyüş, engelli koşu gibi.
Ne zor bu şehirde yaşam.
Yaşam ne zor bu şehirde.

Yine de inadına yaşamak.

12 km.
Az değil.
Walking dead.
İnsan ol.
Ölme.

PS: Sivrisinek sesi, bu teller boşuna mı takıldı?

5 Mayıs 2016 Perşembe

Rüyalar Miksi

Bugün Hıdrellez, herkes gül ağacına dilek bağlasın.
Dileklerini kağıda çizsin; denize atsın, doğaya atsın, mezarlıktan korkarsa bu saatte sokağa atsın.
5 Mayıs, Mayıs'ın hem beşi hem de başıdır.
Kışı bitirir, yazı getirir.
Bu sebeple inancımın yüksek oldugu günlerden (Bence dilekler net tutuyor, uzaylıların var oluşuna inandığım kadar inanıyorum).
Konumuz bu değil, rüyalar.

Geçenlerde rüyaların anlamına odaklanmak gerekliliğine dair bir yazı okumuştum.
En son gördüğüm bulutlu Tanrı'lı rüyadan sonra o kadar net hatırladığım bir kaç rüya yer edebildi beynimde. Biri leylekler, leylek şov (her zaman görebileceğim klasik bir rüya)

Dün Sibs arayıp bir tatlışı rüyasında hamile gördüğünden bahsetti, bense henüz öğrenmiştim o tatlışın gerçekten hamile olduğunu! (Yani Sibs'in rüyası gerçek.)

Gelelim bugüne, tüm ekip Amerika'ya iş gezisine gidiyoruz.
Israrla Amerika'da yapılacak pek bir şey olmadığını söyleyip (?), odak noktamızın hamburger olması gerektiği konusunda baskı yapıyorum. Çılgınca savunuyorum, aşırı ısrarcıyım (yine gereksiz bir ısrar; fakat çok inanıyorum). Tüm ekip onay verince, başlıyoruz mekan mekan gezmeye. HIMYM'daki Ted'in yediği hamburgerden sonra diş fırçalamayacağını beyan etmesinden ve Lily'nin burgasmından bile etkilenmeyen Marshall gibiyim. Daha iyisi var, olmalı. Sonunda bir mekana giriyoruz, lezzet ve keyiften ölüyorum. Hamburgerleri paketletip Türkiye'ye yanıma almak istiyorum ve paketletiyorum da. Nasıl iştahlı uyandım, bikini dönemine girerken bu iştah bir uzak dursa fena olmayacak.

Bugünden devam edersek, OyaKaya arıyor ve rüyasında dev bir kamyon ile yola çıktığımızı; direksiyona bir O'nun bir benim geçtiğimi söylüyor. Uzun yol şoförü gibi yol alıyoruz (Neyse ki bıyık bırakmamışız)
Yine bugün Merve rüyasında beni gördüğünü söylüyor.
Murat Boz ile sevgili olmuşum, pek mutluymuşum. Magazincilere boy boy pozlar, bir havalar.
Pek tipim değildir (esmerim biçim biçim) oysa ki, ama rüya bu.

Hayırlara vesile.
Hayırdır inşallah.
Suya anlat.

22 Nisan 2016 Cuma

Road Trip, Bulutlar ve Yalınlık

Uzun zamandır bu kadar net hatırladığım kareler yoktu sabah uyanışlarımda.
Bir yanı orman, bir yanı göl
Bir yanı nehir, bir yanı yeşillik
Bir yanı deniz, bir yanı dağ

Manzaralı yollardayım.
Yanımda ise sürekli sevdiğim kişiler şekil değiştiriyor.
Sürekli yürüyoruz, hedefsiz. Keyifli.
Bir an Sibel'le yol alırken, bir anda Eda-Ceren, bir anda ailem yanımda.
Oya'lar mı istersin, kuzenler mi, Balkes tayfası mı.
Sürekli bir yürüyüş, her yürüyüşün sonu ise gün doğumu ya da gün batımı ile sonlanıyor.
Müthiş hisler içindeyim.
Ki hayatta en keyif aldığım anlardandır; gün doğumu ve gün batımı. Her gittiğim yerde peşine düşerim. (İstanbul'da hala en güzel yerleri keşfedemedim)
Yol bitmiyor. Sevdiğim kişiler de.
En son yanımda Funda ve Yavuz beliriyor. (Son dönem favori çiftim)
Diyorlar ki: "Buraya kadar Ahu, bundan sonrasına yalnız devam edeceksin. Biz de gidiyoruz."
Arkalarını dönüp gidiyorlar.
Şaşkınım, bir yandan da ruhum doymuş. Fakat ne yapacağımı bilmeyerek düşünmeye başlıyorum.
Tam o anda, karşımdaki uzansam tutabilecekmişim gibi duran bulutların üstünde; dirseklerini bulutlara dayamıs, bir eli çenesinde bana bakan bir çehre. Her yanım doğa, dağ, deniz, nehir.

Diyor ki, bu taraftan git.
Ne kadar güleryüzlü ve babacan biriymiş Tanrı diye düşünüyorum.

Huzurlu uyanış.

PS: Güneşin doğuşu, batışı farksız.

27 Aralık 2015 Pazar

Giderken Bıraktığın Asmalar Üzüm

İlhan İrem'in hayatımdaki yeri farklıdır.
Siyah ojelerine rağmen; ki ben bile daha yeni yeni sürebiliyorum.
Ekstra anlam yüklemeye ve masalsılaştırmaya eğilimli bünyemle İlhan İrem şarkısının güzel bir anısı var. Lisedeyim ve açık lise okuyan, lakabı piç olan bir çocuktan hoşlanıyorum; ama ailem onunla görüşmemi yasaklamış. (Şu an evrene yayıyorum enerjiyi, piçlerle-ıssız adamlarla işim olmuyor)

Ağabeyimin öğrenci şehri Eskişehir'e gidiyorum, ilkokul 2. sınıftan alıştığım yalnız ama yandaki teyzenin omzuna yatıp uyumamın serbest (!) olduğu otobüs yolculuğuyla.
Sabah kulağımda İlhan İrem "Olanlar Olmuş" şarkısı; abimin evinde gözümü açtığımda karşımda hala rüyamdaki yasak aşkımın yüzü var.
Sabah kahvaltısı için şimdiki müstakbel eşi ve abim beni uyandırdıklarında; bu muhteşem rüyadan alıkonulmaktan şikayetçi ve çok küçük bir miktar asık suratla sofraya oturuyorum.
Kahvaltının üstüne, sonrasında da çok çok düşünüp özendiğim (Paylaşım, ilişki) el yapımı çilekli yoğurdu hüplettikten sonra Porsuk nehrinin yanındaki yürüyüşümüz başlıyor.
(Liseli halimle düşündüğüm üniversite hayali bu olmasa gerek, C1C2 bir ailenin şehir dışında okuyan çocukları için sağlayabilecekleri ekstra standartlar; fakat asla aile evi konforu ve buzdolabı zenginliği yok)
Porsuk kenarında görüyorum rüyamda gördüğüm merhumu.
Şaka gibi, liselisin sen de ikimizin yeri de Bal Bal Bal - Kes Kes Kes.
Ne işimiz var her ikimizin de Eskişehir'de?
Etkileniyorum, anlam yüklüyorum ekstra.
Neyse ki büyüdüm de hayal dünyasında yaşamıyorum artık (!?!)
Dinimiz.