7 Ocak 2011 Cuma

Bina

Kafamı kaldırdım binaya baktım. Her gün önünden taksi avına çıktığım binaya ilk defa bakıyordum. Mezarlık arkamda kaldı.
Hava güneşli, gökyüzü mavi, bina sarı.
Tatlı bir sarı.
Demişti ki Hale bana, ayrıntılara takılıyorsunuz. Bu küçük şehirde yaşamanın avantajı, aynı zaanda dezavantajı. Ailecek uçan bir kelebeğin güzelliğinden konuşabiliyorsunuz. Yaprakların renginden. Müziğin tınısından. Elmanın lezzetinden uzun uzun.

Binaya baktığımda anladım ben de, İstanbul ayrıntıları kaçırtmaya başladı.
Bugün, tüm haftanın yorgunluğunun acısını çıkartırken vücudum, bunları düşündüm. Kaba sabalık, gelişi güzellik değil; ayrıntılar ve incelik beni mutlu eden.

Bina ki, mavi ile sarıyı buluşturdu, güneş gözümü kamaştırdı.
Taksiyi unuttum, mezarlığı ve bilinmeze giden yolculuğu unuttum. Saçımı düzleştirmek için zaman bulamayışımı, tuniğimle taytımın aslında çok uymadığını, ev arkadaşıma hoşçakal demeden çıkışımı, annemlerle dün akşam konuşmayışımı unuttum.

Binayı düşündüm.

Aslında tüm unuttuklarım da bu dezavantaj ve ayrıntıları düşünecek zamanın bolluğundan kaynaklıydı. Doğa kendimi bulmamı sağlar, beni duygulandırırdı.
İsveç'in Kalmar şehrinde karşıma iki defa çıkan Ceylan, sen ne güzeldin. Nasıl hislere sürükledin.
Şimdi bu kaos, bu kargaşa.
İnsan ne istiyor hayattan, ne buluyor?
Bu binaya nasıl bakmamıştım bugüne kadar?
Hayatın gündelik temposuna takılmıştım.

Yarın daha güzel bir gün olacak, her gün geçtiğim sokaklara başka gözlerle bakacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder