İçim dışıma çıktı, tek damla sıvı kalmadı vücudumda. Hepsi gözlerimin yanındaki minik deliklerden aktı şekilsizce.
İsveç'te, 2010 yılında orta düzey bir Pazarlama Uzmanı ile bir inşaat işçisinin maaşı aynıydı. Sebep?
Bir cafede otururken, yan masanda üstü başı boyalı bir badana ustası ya da bir inşaat işçisi de kahvesini yudumlayabilirdi. Kimse yan gözle bakmaz, kimse yadırgamazdı. Şimdi keyifle kahve yudumladığımız Bebek Cafe Nero'da yan masamıza gelse otursa bir emekçi, nasıl bakarız?
Sarışın insanlar ülkesinde; işçi, beyaz yaka, mavi yaka, alt sınıf, üst sınıf ayrımı olmaksızın "insan" olarak değerlendirilirdi kişiler.
Kaldığımız evde tadilat yapılacaktı bir ay boyunca, işçilerin bir buçuk metre yükseklikte bile adını bilmediğim, tırmanışçıların da kullandıkları halatları bağlamaları gerekliydi bellerine. İş güvenliği, can güvenliği çok önemliydi. O kafalara gelebilmenin zorluğunun farkındayım; ama olayın insani ve sosyal yönüne takılı kalmış durumdayım. Canlar, ömürler bu kadar mı kıymetsiz? Sosyal sınıflar ne zaman insaniyetin önüne geçti?
Biz nasıl bir memlekette yaşıyoruz ki; bir maden işçisi arkadaşlarının kurtulabilmesi adına, kurtarma ekiplerine "İçeride mühendisler de var" desin? Mühendis varsa ciddiye alacaklarını düşünerek.
Bu kadar mı burunlarımız havada, ne zaman bu hale geldik?
"İş kazasıdır, olur." cümlesi nasıl dillendirilebilir 245 naaşın olduğu bir felakette.
Televizyonda, yakınlarının ölüsünü görmek isteyenleri, aşırı doluluktan dolayı morga alamadıklarını ve naaş fotoğraflarını bilgisayardan gösterdiklerini gördüm. Nasıl bir histir bilgisayar bilgisayar dolaşıp, naaş fotoğraflarından bir sevdiğinin yüzünü aramak?
İçim acıyor. İçim karanlık. İçim ışıksız.
Bu sistemin bir parçası olmak yoruyor insanı.
Kaçsan olmuyor, satsan olmuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder