Sabah göğü delen gök gürültüleri, çılgınca bir ritim ile yağan yağmur. Sulu sokaklar, kaçışan hayvanlar. Dinmek bilmeyen bir fırtına.
Ve bir anda fırtına diner, yağmurda koşuşan insanlar sakinleşir, bir sessizlik bürür sokakları.
Fırtına öncesinden çok, fırtına sonrası sessizliktir hoşuma giden. Kartlar açık oynanmış, hoyratça savrulmuştur ağaçların dalları. Ve bitmiştir.
Sonrası huzur, sonrası dinginlik.
Buhranlarımız ve bu buhranların sona erişini de buna benzetiyorum.
İnsanın içindeki fırtınaları anlamaya imkan ve ihtimal yok. Duyarlı gibi görünüp vicdandan bir gram nasibini almamış kimseler de tanırım, çok cool görünüp kalbinin sızısını bir damla yansıtmayanlar da.
Belki binlercesiyle tanışmadım, ama yüzlerce insan. Farklı farklı.
Peki, hayatı fırtınaya döndürmeye neden gereksinim duyuyoruz?
Drama king ve drama queen'ler miyiz?
Sağlıktan ötesi oldukça yalan değil mi?
Kalp atışı? Hangi kalp atışı yıllarca sürebilir karşılığını almıyorsa?
Kin? Hangi kin insanın kendi içini çürütmekten başka bir şekilde sonlanmış?
Egolar? Kimin dev egosu, o kimseye gerçek mutluluk getirmiş?
Gurur hangi ilişkiyi bir adım öteye taşıyabilmiş, onu yitirmenin aksine?
Her anımızın içinde sevgi olmalı. Peki bu sevgiyi aynı fırtınanın savurduğu gibi her karşımıza çıkana vermeli miyiz? Bence evet.
Ama acının nasıl son kullanma tarihi oluyor ve hayatımızda çok sevdiğimiz, onsuz yaşayamayacağımızı düşündüğümüz ve kaybettiğimiz insanların ardından bile yaşamaya devam edebiliyorsak; sevgi vermenin de geri dönüş alamadıkça bir son kullanma tarihi olduğuna inanıyorum.
Kin, ego, gurur ise çok karmaşık. En basiti sevgi vermek, sevgi almak gibi.
Toltek bilgesi Don Miguel Ruiz'in "Ustaca Sevmek" kitabında gurur ve egoları çok güzel anlatmış.
Bu hislerin bize nasıl sonradan kodlandığını ve işleri nasıl sarpa sardığını çok iyi özetlemiş.
Okuyor ama uygulayabiliyor muyuz? Günlerce tartışılır.
Gurur ve egonun vücudumuzda oluşturduğu yaraları temizlememiz gerektiği üzerine yoğunlaşıyor. Bunu yapabilmemiz için öncelikle gerçeği kabullenmemiz gerektiğini vurguluyor.
"Önce neşterle yarayı deşip gerçeği dışarı çıkarmalı, sonra onunla yüzleşmeli ve bağışlamalısınız. Çünkü bağışlamak duygusal yaraları temizlemenin yegane yoludur."
Üstünden aylar ve aylar geçti, şimdilerde tam bağışladığımı hissediyorum.
Oldukça özgür bir his.
"Olması gerektiği gibi" mantığına kaptırmamalı pek.
Biz kendimizi doğaya kaptıralım; doğadan geldik, ona karışıp yaşayalım.
19 Temmuz 2014 Cumartesi
17 Temmuz 2014 Perşembe
Kreuzberg'de bir Taksici
Güneş altında cayır cayır yanıp, acılarla uykuya dalmak mı
sebep oldu bu rüyaya; yoksa son dönemde konuşulan evlilik muhabbetleri ve her
haftasonumu alan düğün tarihleri mi bilmem.
Belki de okuduğum süper saçma ve çerez yaz kitabıdır (Kocan
Kadar Konuş) rüyanın sebeb-i ziyareti.
Sis ile yoldayız, bir ziyarete gitmemiz gerekiyor. Ama
yurtdışında bir ev ve mutlaka Türk lokumu bekliyorlar bizden. Diyorum ki bunu
anca Türk mahallesinden buluruz. (İki cümle içinde birden “Türk” kelimesi
geçince biraz milliyetçi hissettim, al sana üç)
Kreuzberg Merkez’deki bir lokumcuda buluyoruz kendimizi ve
burda güllü, çifte kavrulmuş, fıstıklı lokumların tadına bakıyoruz. Hepsi birbirinden
tatsız. Ama el mahkum söz verilmiş, paketletiyoruz güllü lokumlardan.
Lokumcu amca (tabi ki Türk) bana bizi Berlin merkezden
Kruezberg’e getiren taksicinin küçük oğluna göz kulak olmam gerektiğini
söylüyor. Önce anlam veremiyorum. Yanımda sürekli yüzü sevidiğim yakınlarımın
yüzünü alan kişi –yine yüzü Sis- diyor ki ”Bu kısmeti değerlendirmelisin. Yaşın
geldi.”
Şok oluyorum, daha cevap veremeden taksinin içindeyim,
yanımda da mini bir çocuk. Minik çocuk beni huzursuz eder, 6. His’i getirir
aklıma. Bir kere sorumluluk verilmiş, çocukla önce iletişim kurmaya
çalışıyorum.
Barcelona’da gibiyiz, Aquapark’ın yanında. Kimseyle iltişim
kuramadan insanların kaçışmalarını görüyorum.
“Denizden gelen cinsi de çıktı!”
“Hava saldırılarına dikkat edin!”
Karadan gelenler zaten tüm ihtişamı ile alien ile e.t.
karışımı yaratıklar.
Evet, dünya uzaylıların saldırısına uğramış. Ve bu sayko
uzaylıların 3 türü var. Böcek gibi, kırkayak gibi, dev.
Dahiyane fikrim ile yanımdaki 6 yaşlarındaki çocuğu bir
tuvalete sokarken diyorum ki “kapıyı içerden kilitle, klozetin üstünde ayakta
dur.”
Uzaylıların kapı altından bakmayı akıl edemeyeceklerine çok
eminim.
Ben de yandaki duşakabine giriyorum. Kapı açılıyor dışardan.
Halam, gittiler diyor çıkabilirsiniz.
Çıkıyorum, çocuk ortalıkta değil.
Pike önemli.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)