25 Mart 2014 Salı

Madonna

Sabahattin Ali birinin tasvirini yaparken, kişinin sakin ve kontrollü duruşunun altında yatan sebebi; o insanın çok yaşamış ve hayattaki deneyimleri onu şaşırtmaz hale getirmiş olmasına yoruyor.

Bu sabah okuduğum şu sözler beni oldukça etkiledi.
"Bütün teessürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?" (Kürk Mantolu Madonna)

İnsan nasıl olur da şaşırmamaya başlar?
Kişinin tahammülsüzlük sınırları genişleyip daralabilir.
Dönemsel değişimler.
Dejavu.

Bir de şu var:
"İnsanla birbirinin maddi yardım ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtırlar. Bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi 'birtakım yabancılar beslemek'ti."

Adam aşmış beyler, artık dağılabiliriz.

Hayat bazen aynı bir Yavuz Çetin şarkısı. Yersiz gelip, içine bir fil oturtuyor.

12 Mart 2014 Çarşamba

Gündem, gündemimiz

Murathan Mungan'ın içinde derinlikler saklı şiiri "Kırılgan" ne şahane.

Şiir,

Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.
diye bitiyor.

Bazen tarif edilemeyecek bir iç ezilmesi ile hissediyorsun, bazen de kalbin durmuş gibi oluyor kırıldığında.
Berkin'in uzun zamandır komada olması, talihsiz sonu vazgeçilmez kılıyordu. Ama dünyanın en soğuk ve sevimsiz kelimesi "ölüm"e hazırlanamıyor insan.
 Haberi okuyup, tuvalete koştum. Yeni mekanda gözyaşı (ki kahkaha kadar doğal) hoş karşılanmayabilirdi. Tuvaletin tavanı ile dakikalarca bakışıp minik damlaları içeri itip, bu adaletsiz topraklara bir emek vermek gerektiğine yine kanaat getirdim.

Bu adaletsizlik üzdü bizi, sokaklara ne umutlarla çıkmıştık. Neler geldi başımıza.
Normalde hayatta oturup iki kelime edemem diyeceğimiz insanlarla kol kola omuz omuza yürüdük, oturduk, tartışabildik. Sesimizi yurt dışına duyurmak istedik; protesto nedir, bu olay en güzel nasıl anlatılır diye kelime araştırdık "google translate" ten.

Gezi günlerinde sokaklarda güzel gazlar yemiş, ezilme tehlikeleri geçirmiştim; sonunda sokaklarda daha fazla gaz yemenin hiçbir şeye çare olmadığını düşündüm. Sonrasında sokakta tencere tava çalarak, komşuluk ilişkilerimi geliştirdim (!) Örgütlenmek mi, beyin gücü ile bir yaptırım mı olmalıydı çıkış yolu bilemedim.
Sonunda biraz gündemin üstünü kapatarak, hayatlarımıza geri döndük. Taksim meydanında toplaşma sebebimiz akşam Asmalı'ya gitmek oldu. Gezi parkında banklarda oturma sebebimiz; Havataş'la gelecek arkadaşlarımızı beklemek oldu, parktaki garip tiplerden çekinirken.
Acaba bu olaylar tarih kitaplarında yerini alır mı? Çılgın bir babaanne olursam torunlarıma bu hikayeden bahseder miyim bilmiyorum.

Tek bildiğim çok kırgın olmam.
Ne yazık ki bu adaletsizliğin önüne duvar örülmeyeceğini düşünmem.
İlkbahar da gelmişti, güzellikler olmalıydı.

"Zamanı geldi"

Oldukça garip kafalar içindeyim, sürekli birileri ile buluşmam gerekiyor. Herkese söz verip birilerini ekmek zorunda kalıyorum. Time management'tan bir haber koşuşturma ve yetişememe halindeyim.

Sonra yeni iş yerimden bir kaç kişi, eskisinden 3 kişi, en eskisinden çok kişi bir balkonda oturuyoruz.
"Zamanı geldi" diyor, ex işyerimden sevdiğim ve bana "Ahud" diye hitap edeni.
Anlamıyorum.
Bir diğeri söze karışıyor, "Kalabalıkların toplanmasının sebebi var, zamanın kısıtlı"
Aklıma kötü bir şey gelemiyor, bir yaz öğleden sonrasında sarı - turuncu  güneş ışıklarının rüzgarla buluştuğu bir balkondayız.

Boğmuyor hava. Huzur var havada.
Tatlı tatlı üşütmüyor da, tam olması gerektiği gibi. 

Yanında susabildiğim insanlar var, heyecanlanmıyorum yanlarında. Sessizlikten korkmuyorum. Susup anın, zeytin ağaçlarının, batan güneşin ve meltemin tadını çıkarıyoruz.

Hiç odaklanmıyorum zaman konusuna.
Oldukça sakin bekliyorum.