30 Kasım 2010 Salı

Sakın

Bunları öc almak için yaptığımı zannetme; çünkü öyle değil."

Keşke öyle zannetseydim, sindirmesi kolay olurdu.
Öc almak için yenisi gelmiş olsaydı, öc almak için gözümün içine bakıp söyleseydi.
İnsanın içindeki ego ve bencillik yine insanı mahveden.

"Umudun var mıydı hala?"
Bilmem, umut nedir ki. Gidişhatı belliydi iki inatçı keçinin. Gidecekleri tek yol başlarının diki işte. Ama o inat geçince sakinleşebilirler, sevgiyi hissedince durulabilirlerdi. Keçinin teki başka çayırlarda otlamak isteyebilir, başının diki derken bizim keçiden baya uzaklaşabilirdi.

Her şeyin ötesinde; bizim keçinin geçmediği çiti geçmişti, çiti geçtiğini söyleyerek.
Bizim keçi, susmayı seçmişti. Gurursuz davranıp, gururu korumak için. Hayatta siyah ve beyazlar olmalı derken grilerin hepsini silmişti tek seferde.
Sonunu düşünmeden.
Cesaret, gurur, aşk, korkaklık, yalan, gerçek ve mide bulantısı açıklayabilir her şeyi.

İnsanın içinde fırtınalar kopar kopar da, artık gücü kalmaz.
Durulur.

Ertesi gün yeni bir maskeyle devam eder hayatına.
Biri ölmüş gibi.
Kayıp.

28 Kasım 2010 Pazar

İzmir

Buraya bir fotograf gelecek.
1957 benim dogumumun sebep yılıdır.
Ve tabagın kenarındaki desenler asimetrikse hosuma gider.

A Moment to Remember filmini izlerken gözyaşlarımla boğulmadıysam, daha da boğulmam diyordum. İnsan tükürdüğünü yalar mı?
Ahmet Ümit artık can sıkmaya başlamadı mı?
Hayata bir defa geliyoruz, tadını çıkaralım.
Sanki tek taraflı bir şeymiş gibi.
Ne çok etken var.

Kurudut, kuru üzüm, kuru incir, kuru kayısı ve ıhlamur.
Biraz sıkkınlık.
Dost sesi, dost kucağı, dost ıhlamuru.
Dostlar candır hayatımda.
Özlerim delice.

İzmir'de Silence isimli bara giderdik. Her şey o kadar eğlenceli gelirdi ki MFÖ'nün "Sakın Gelme" şarkısında şımarık şımarık oynarken, iki yıl içinde bütün bunların sadece birer anıya dönüşeceğini, insanların, hayatın değişeceğini düşünemezsiniz.
Ve zaman, zaman ki değiştiren. Zaman ki umutları farklılaştıran.

"Var" lık bazen "yok"luğa neden olabiliyor.
Var dediniz, kaybettiniz.
Ya da kaybettirdiniz.
Oysa ki.
Yok artık oysalar.

Midye dolma da yok. Tava da.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Uyuşturucu

Gibi bazıları. Zarar verdiğini düşünürsün vücuduna, kalbine, ruhuna.
Vaz geçemezsin.
Bir anda atarsan belki kurtulursun.
Şimdi damarlar temiz.

Ne mutlu.

RugRats'ı severim, ama çocukluklarını değil, bebekliklerini.
Tommy Pickles da solucanları toplardı.
Eminim sobanın üstündeki oyuncak tencerede solucan pişirmeye çalışmadığına.

Bu uyuşturucuyu anlatan bazı şarkılar var; I feel you.
Her düşen yaprakta, nehirde, aldığı her nefeste hissetmesin kimse kimseyi.
Kendini daha çok sevsin ki olgun ilişkiler yaşanabilsin.
Toplumun huzuru artsın böylece.
Gelişelim.

İsveç'i özlüyorum.

22 Kasım 2010 Pazartesi


Oh!
Dekore ediyorum odamı, evimizi =)
Bu da halam'dan (büyük) keçe bebek.
Hayatı tii'ye alır, bazen ruhlarımızı değişiriz.
Nadir ama. (Rarely de değil, very often hiç değil. Very sometimes)

"Bas bas paraları Leyla'ya, bi daha mı gelecez dünyaya!"

20 Kasım 2010 Cumartesi

Menemen

Ömer Seyfettin'in bir çok içki masasına meze yaptığım sözcükleri; "Ben Gönen'de doğdum."
And hikayesinin ilk cümlesidir bu.
Benim de çocukluk hayalim. "Ben Menemen'de doğdum"

Hayallerimin yanında daha gerçeğe yakın olanı aslında.

Menemen bir Anneanne evi. Kaç yaz orda geçti, kuzen nufüsumuzla kaç çeşitli oyunlar uydurduk bu memlekette. Şimdi oturmaya çalışan düzenle ne sıklıkta ziyaret edebilirim bu karmaşık memleketi merak ederim. Kubilay olayı, tarım ve göç gelir insanların aklına "Menemen" diyince. Benimse aklıma kuzen gelir, pişi gelir, sevgi gelir, soba gelir, taraça gelir. Anneannenin anlattığı hikayeler, erdem ve zorluklar gelir.

Şöyle cümleler duyulur;
-Hayırlısıysa olur.
-Kaderinde yazıldıysa gerçekleşir.
-İnşallah yavrum.
-Sağol evladım, Allah sana da göstersin.
-Allah herkesin gönlüne göre verir.
-Her şey olacağına varır.

Bu cümleler de çılgın sevilen ve sayılan birinden duyulunca kişi bir durur düşünür. Öyle mi acaba diye. Aslında hep kendi tercihlerinle gelmişsindir bir yerlere. Ama ananenin sözleri bir huzur yaratır, bir sakinlik. Salıp gidesin gelir sanki hayatının iplerini eline almış biri her şeyi yoluna koyacak gibi...

O anda ağabey odaya girer, der ki; "Bokumda boncuk buldum ister misin?"
Evet abimi (abi!) severim.

Başka bir huzurdur yani Menemen. Evet maskulendir, ama candır.
Büyük dayının tuttuğu mercandır, çipuradır; küçük dayının dilindeki sendikadır; büyük teyzenin firtekesi; küçük teyzenin sakinliği; kuzenlerin çeşitliliğidir. Bir duygu yoğunluğudur.

13 Kasım 2010 Cumartesi

Bugün

Sabah daha uyanamamış yatakta dönüp dururken aklıma Gazme geldi. Kendisi eeen eski hala görüştüğüm arkadaşımdır, farklıdır, dosttur. En eski işte 5 yaş falan.

Ben Balıkesir'liyim, buna ek daha bir sürü şehirli daha...
Neyse anaokulunu aynı sınıfta okumamıza rağmen birlikte yolda bakışa bakışa arkadaş olduk, ilk aşk gibi bir ilk dostluk.
Deliydik.
Hayali kahramanlarımızın yanı sıra hayali hayallerimiz vardı, rüyamızda mısırda buluşmak, çöp kutusundan füze yapmak gibi. Çok keyifli ve sıradışıydı oyunlarımız. Ağaç köklerini kazıp bulduğumuz püsküllere tüm okulun altına gömülü dev cadının saçları benzetmesi yapar, üst sınıfları bile bunlara inandırırdık. Çocukluğuma etkisi çok büyüktür yani Gazmenin.
Özeldir.
Sabah aramış, diyor ki "Evleniyorum". Şaşkınım, uyku sersemiyim. Dehşet ve mutluluk bir arada bünyemde. Çocuk Türk değil, ee.
Nedimem olursun diyor. İznimi düşünüyorum hızlı şekilde, ulem yeni de başladım işe. Noktalama işaretlerini ve yeni kültürler tanımayı da severim.
Tamam diyorum, yol açıldı.

Şimdi bugün düşünüyorum da en küçük kuzenim, 30 var mısın dediğinde anlamalıydım eşek kadar olduğumuzu. Ama kimse evlenmedi daha. Yani küçüğüz de. Büyük sorumluluk. Bilemiyorum bir yandan, bir yandan da heyecanlıyım. En eskim evleniyor.

Emin misin duygularınadan ve o adamı hayatın yapacağından diyorum. "Seviyorum" diyor.
Net.
Gurur duyuyorum en eskimle.
Net olmak ne güzel.
Diyor ki; belki biri kalbini çalar, sen benden önce evlenirsin.
Gülüyorum.
Uzun zamandır dilimde olan cümle tekrarlanıyor. (Ne gerek var yazmaya, biliyorsunuz)

İlginçti işte.
Sonra teyzem, eniştem ve kuzencanı ziyaret.
Ve sonunda cmt akşamı hemcinsimle evde takılmaca.
Baya da keyifliydi.
Sorgusuz.

Gamzeyle okulda gülme krizine girer, artık sınıfı rahatsız etmemek için kafamızı sıranın altındaki çantaya sokardık devekuşu misali.
Kalemleri insan yapar, kalem başlıklarını bardak, silgileri yiyecek, çok "keyif" aldığımız tarih derslerinde evcilik oynardık. Piramidleri ve firavunları çizer, yatmadan önce aynı saatte bakma sözüyle eve gider, rüyamızda buluşuruz Mısır'da umuduyla uyurduk. Elimizde internet gibi kutsal bir bilgi kaynağı olsaydı o zamanlar, daha neler yapardık tahmin edemiyorum...


İşte evleniyor.
Biraz buruk, biraz mutlu, biraz umutlu.

12 Kasım 2010 Cuma

3 Ev

Bir sürü ev demiştim.

Üç ev var.

Birincisi mezarlıkların arasında minicik ufakcık. Sevimlicik, sıcacık.
O evde vardı bir süleymancık.
Bir gece tuvalette gördüm onu, nasıl şeffaf, nasıl pembe. Gözleri kocaman,
 siyah.
Korkmadım -ki korkarım böcekten- çünkü bu süleymancıktı. Çocukken nasıl
 kıyabildiğimi düşündüm. Canilik. Dexter'cılık oynamak bilmeden.
O ev anadoludaydı, üç esmerli evin tek sarışını. Nasıl mutlu zamanlar geçirdim, işimin ilk zamanlarında (hoş daha kaç zaman oldu).

İkincisi ilginç bir çiftin evi. Sevimliler. Ama böcekler sevimsizdi.
Karşıyaka'daki evde nasıl karşılamışsam üç karafatmayı baş başa, bu evde ikisini üçünü dördünü gördüm. Mutfağa girmeden kapı önünde sabit, sesli adımlar atıyordum korkup kaçsınlar diye.
Kaçmadılar hiç.

Üçüncü evde yine iki esmer vardı ve balıklar. Güleryüz, içtenlik.
Kış çayı, köpek balığı ve iki adet akciğer en belirgin anılar.
6 balığın hep birlikte öldüğünü son ziyaretimde öğrendim. Akvaryuma alınan deniz yıldızının insafsızca intiharı balıkları da öldürmüştü. Ne yalan söyleyeyim en çok ürkek köpekbalıklarına üzüldüm.

Bu evler iki buçuk ay ağırladılar beni. Hepsinin ayrı rengi var, birincisi fıstık yeşili; ikincisi turuncu;üçüncüsü ise sarı.

Adı geçen bütün canlılar tabi ki bilinçaltıma işleyip birkaç rüyamın başkahramanı oldular!
Süleymancık, karafatma ve balık.


Bu bir başlangıç =)

Nasıl mı?
Çok şey değişti hayatımda.
Son 5 ayda bir sürü değişim.
Ülke, şehir, çevre, ev, kıyafet, konum, para,bakış açısı...

Çok işte.
Bir sürü anı.
Bir sürü böcek.
Bir sürü rüya, evet rüyalarım saçma sapan.

Bir el çantasıyla geldim İstanbul'a iş görüşmesine. Şimdi bir iş, beş bavul eşya, bir oda, bir ev arkadaşı ve bir evim var. Mutluluk!

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

This is Brandnew!

So, you ask how?
Lots of things has changed in last 5 months.
Country, city, environment, home, clothes, money, point of view...

Things.
A lot of memory.
Some bugs.
Some bullshit dreams, yes I do have.

I came to Istanbul only with my handbag. Now, I have a job, five lagguges, a room, one roommate and a house. Happiness!