11 Ocak 2012 Çarşamba

Pazar

Donesim yok. Yol yapasim var. Memleketimin pazarinda ayri yesil tonlari hakim. Kirmizisi ayri, turuncusu apayri. Pazari geride birakip gectigim yollarin kenarlarinda golcuklukler olusmus. Kovadan bosalircasina sozleri uygun olabilir havadan dokulen iplikleri tanimlamaya. İplik.

Sonra sirada memleketimin denizleri var, hem ne deniz. Civi gibi. Diyorum ki Ayvalik buz, diyorlar ki Altinoluk'u bos gecme. Diyorum ki Erdek; diyorlar ki Bandirma sen gerisine aldirma. Biraz Marmara biraz Ege. Yollar alinir, uzaklasir mi beyin? Akan sudan bir kez daha icilir, duran sudan ancak gecilir mi? Sorular sorular. Bu tatli ve fedakar ailecik nasil olur da bu kadar verici olabilirler? İnsanin sinirlari yok mudur? Egeli Egeli yasasam benim de sonsuz bir tahammulum olur muydu? Gelmis essek kadar olmus kizlari bes karis suratla yanlarinda takilirken nasil olur da hala pozitif takilabilirler? Aile anne baba olma bunu mu gerektirir; icgudusel midir? Onlar onde para renk tonlarini tartisirken kafamda ucusan milyon sorudan haberleri yok. Babam sadece dedi ki, hic bisi demedi. Sadece iyi ki geldin dedi. Ben diger gelislerimde boyle olmuyorum, nesi iyi ki gelmemin? Varligim mi? İnsana sevdiginin varligi bile iyi gelir degil mi? Annem de hic yorum yapmadi, benim anlatmami bekledi. Bor kac cumle soyledim. Sustu. İcimden gitmemis umudumun yukaek duvarlariyla kurdum bir kac cumleyi.
Oysa ki icimden bagirmak ve belki bir kac kotu soz kullanmak geciyordu. Hos istesem de annemin
yaninda zikretmezdim.
Yollarinda circir bocekleri catlayana kadar oten zeytinlik dolu Altinoluk'a gelmistik.
Buyukbaba ve babaanne uzaktaki memleketimdeydi, ziyaret edilip opulecek el yoktu. Denizin
turkuazligini tartisan anne baba, boyle yagmurlu havada gri olan denizin bana ozel renk
sergiledigini savundu. Mutlu olayim diye. Sevgi anlayisim buydu iste. Ozeti anne babamdi.

Ayvalik semalari kisin bir baska guzel oluyor. Gittigimiz her yere yagmur goturduk bugun, eger batila sararsam ki bayilirim "bereket goturduk" diyebiliriz.

İzmir il sinirina girmisken Haktan titrek sesiyle Arap Saci'ni soyluyor. Gercekten civi civiyi soker ve bu mudur bunun ilaci? Sibs demisti ki, seni boyle gormedim ki kendisi 7 yasimdan beri gorur beni. Neyse insankizi ve insanoglu iste... Olabiliyor.

5 Ocak 2012 Perşembe

4 Ocak 2012 Çarşamba

Party Girl


It doesn't matter what you create
If you have no fun
Pretty girl, put down your pen
Come over here
I'll show you how it's done

I can dance
I can drink
In the dark
It's all a trick

Across the room
Across the street
I'm in the moment
Can't you see

I'm a party girl
Do a twirl
See my eyes throw a glance
Can't you tell I'm a natural
Life of a party girl
Funny girl
Make you laugh
Want me bad
Now I feel so much better

In the back of a car
I just met them tonight
And I feel like such a star

What's your name
What's your art
Nobody knows
About my broken heart

Yes I'm a party girl
Crazy girl
See my lips how they move
Can't you see I'm a natural
Life of a party girl
Sexy girl
I used to be so fragile
But now I'm so wild

What did you do last night?
Oh I was out so late now I'm so tired

I used to cry
But now I don't have the time
I used to be so fragile
But now I'm so wild

2 Ocak 2012 Pazartesi

Siyah Atlar

Biraz fazla kaçırmış olabiliriz; ama alkol çıtam yükseldi söylemeliyim. Yani rüyamın hiç alakası yok damarlarımda dolaşan şarapla...

Bir tarafta güneş var, akşamüstü güneşi... Bir yanda da dolunay. Ama ikisi de aynı anda gökyüzündeler.
Ben ise çimlerin üzerine yüzüstü uzanmışım. Seçmem gerekiyor. Ayı mı güneşi mi seçsem bilemiyorum. Sonra diyorum ki ay, ona bakıyorum heyecanla. Nasıl büyük, nasıl yakın görünüyor. Ayın her yıl dünyaya uzaklaştığını düşünürsek eski bir tarihteyim. Ya da rüya işte bu belki de şimdidir. Yanımda biri uzanıyor, bazen Sibel bazen Esra. Aya odaklanıyorum, nasıl huzurluyum.

Ay bembeyaz yuvarlaklığıyla orada dururken, haritalaşmaya başlıyor. Sanki kendi içinde bölgelere ayrılıyor. Sınırlar çiziliyor. Sonra akıyor o sınırlar. Herkes koşuşturmaya başlıyor, fırtına var gibi çevrede. Telaşa kapılıyorum ama yine de huzurluyum.

Ayağa kalkıyoruz, yanımda güven duyabildiğim dostlarım var ama tek kişi aslında, yüzü sevdiğim dostlarıma dönüşüyor. İki tane at koşuşturuyor, simsiyah görkemli, o kadar yüce ve karizma koşturuyorlar ki ağzım açık yüzümde hayranlık ifadesiyle onlara bakıyorum. Ayın aldığı hali unutmuş moddayım. Ben 1,80lik dev boyumla ayakta dururken atlara kafamı yukarı kaldırarak bakabiliyorum. Benden bir buçuk metre kadar uzunlar. Derin bakan gözleri var, ve bir tanesi ben şaşkınlık ve hayranlıkla bakarken bana dönüyor.
İrkilmiyorum, gözümün içine bakarak diyor ki:



+Ahu ne yapıyorsun?
-Çok beğendim, size bakıyorum. (İngilizliği bırakmam rüyada bile elden, tanımadığım kişiyle senli benli konuşamam - at bile olsa)
+Meteor yağmuru başlıyor; ay parçalanmaya başladı, kaçman lazım. Kaç.

Hızla koşmaya başlıyorum. Yanımda güvenebileceğim kimse yok, yalnızım. Balıkesir'deki eski evimizin sokağında buluyorum kendimi. Eski evimize koşuyorum. Evde hazırlanıyorum. Sadece bir sırt çantası ve bir sweatshirt.

Dışarı çıktığımda hava durulmuş, güneş var ama yakmayan. Kıyafetim tam havaya göre. Sırt çantamı yeni almışım sanırım. Yürüyorum, yollar İzmir yolları ama Aliağa, Şakran falan, Foça yolu var... Çocukluğumun tüm yazlarını geçirdiğim ve neresi yasaksa heyecanlı ve güzel gelen yerlerden geçiyorum, rafineri, pirinç tarlaları, "Acaba diyorum şu kayayı kaldırsam altından akrep çıkar da kaçışırmıyız sağa sole tüm kuzenler? Ananem bu kadar çocuğun sorumluluğunun verdiği stresle bağırır mı barakalara geri dönünce? Salih Dedem ağacın gölgesinde sandalyede oturuyor mudur? Ranzanın üstünde midir hala 'Bir Genç Kızın Gizli Defteri' kitabım?" Yol kenarında aç köpek ve kediler var. Birden tenhalaşıyor yollar. Burda ölsem açlıktan beni yerler diye düşünüyorum. Yürüyorum, yollar İzmir olmaktan çıkıyor İstanbul'a dönüşüyor. Ama öyle bir İstanbul ki yürüyorsun boylu boyunca boğazı sonunda yürüdüğün yer boğaz köprüsüne bağlanıyor. Bir durak buluyorum, düşünüyorum köprüyü otobüsle mi geçsem diye.

O sırada geliyor, boyu uzamış, zayıflamış. Şaşırmıyorum, sanki o hep oradaymış ve ara ara görüşüyormuşuz gibi. Yaşıyor gibi. "Ahu diyor, izini bilmediğin yola girme. Tenhaları tercih etme. Bu senin yolculuğun ama çok risk alma." O'na güveniyorum, aklıma gelmiyor artık fiziken olmadığı. Birlikte yürümeye başlıyoruz. Bana çalıştığı yeri gösterip, mutluluğundan bahsediyor. İçim umut doluyor. Hoşçakallaşıp yola devam ediyorum. Saçlarım toplu, gözümde güneş gözlüğüm yok, gözlerim yanarak uyanıyorum.

Uyandığımda içim huzur dolu, güzel şeyler olacak gibi hissediyorum. Yeni yılın ilk günü gördüğüm bu rüya anlamsız olamaz. Kırıcı gibi gelse de yapıcı bir rüya olduğunu düşünüyorum. Sanki bir yıkımdan çıkıp huzur bulacakmışım giden şeyler geri gelmese de onların geride kalabileceğini ve yarının umut dolu olduğunu düşündüm. Keyiflendim.